Sempatik
New member
Emvali Zahire: Bir Hatıranın Ardından Doğan Anlam
Selam sevgili forumdaşlar,
Bu gece kahvemi alıp bilgisayarın karşısına oturdum. Pencerenin ardında yağmur taneleri cama vururken, içimde garip bir his belirdi. Belki de uzun zamandır dillendirmediğim bir kelime, bir anı, bir koku getirdi beni buraya. "Emvali zahire" dedemden duyardım çocukken… Kulağa eski, hatta unutulmuş bir kelime gibi gelir ama, içinde koca bir hayat saklıdır. Bugün sizlerle o kelimenin ardına gizlenmiş bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum.
Bir Köyde Başlayan Hikâye
Yıl 1944. Küçük bir Anadolu köyünde, dağların arasında sıkışmış bir yaşam. Savaşın gölgesi her eve düşmüş, tarlalardan çok yürekler kurumuş. İnsanların en değerli varlıkları artık sadece malları değil; un torbaları, buğday çuvalları, birkaç litre yağ… İşte o günlerde, “emvali zahire” denirdi bunlara — yani bir nevi halkın elindeki zahire, gıda ve mal stokları.
Bu hikâyenin kahramanı Mehmet, genç yaşına rağmen köyün en stratejik düşünen adamıydı. Babasından kalan tarlayı ayakta tutmak, ailesini doyurmak için gecesini gündüzüne katardı. Hesap kitap bilirdi, planlıydı, çözüm odaklıydı. Köyde herkes derdi ki:
“Mehmet’in aklına güven, o her çıkmazdan bir yol bulur.”
Ama aynı köyde, Fatma adında bir genç kadın vardı. Mehmet’le aynı yaştaydı ama dünyaya bakışı bambaşkaydı. O, insanları rakamlarla değil, kalpleriyle okurdu. Mehmet, “Buğdayı nereye saklayalım?” diye düşünürken Fatma, “Komşumuzun çocuğu aç, önce oraya götürelim,” derdi.
Bir Çuval Buğday, İki Farklı Kalp
Bir gün devlet görevlileri köye geldi. “Emvali zahire” toplamak için. Yani köylülerin elindeki gıda maddeleri devlet adına alınacak, orduya gönderilecekti. Herkesin yüreğine bir korku düştü. Çünkü o günlerde bir çuval buğday, bir ailenin kışı geçirmesi demekti.
Mehmet hesap yaptı:
“Eğer üç çuval verirsem, kalanla zor geçiniriz ama en azından borçlu olmayız.”
Fatma ise bambaşka düşünüyordu.
“Mehmet,” dedi, “Belki de bir çuvalı saklamalıyız, komşunun çocuğu günlerdir aç. İnsan tokken devletine daha iyi hizmet eder.”
İki farklı dünya, iki farklı akıl. Mehmet’in çözüm odaklılığı, Fatma’nın empatisiyle çarpıştı. O gece uzun uzun tartıştılar, sonra sessizce bir karara vardılar. İkisi de haklıydı, ama haklılık yetmiyordu; vicdan ağır basmalıydı.
Ertesi sabah Mehmet üç çuvalı teslim etti, bir çuvalı da gizlice Fatma’nın dediği gibi komşuya götürdü. Yolda yüzü soğuktu ama gözlerinde huzur vardı. Çünkü bir yandan görevini yapmış, diğer yandan insanlığını kaybetmemişti.
Savaş Biter, Kalpler Kalır
Aylar geçti, savaş bitti. Köy yeniden nefes almaya başladı. Mehmet’in hesap defterleri, Fatma’nın dualarıyla aynı evde buluştu. İki yürek birbirini tamamlamıştı. Zamanla köyde herkes onların hikâyesini konuşur oldu.
Bir gün köyün çocuklarından biri sordu:
“Amca, emvali zahire ne demek?”
Mehmet gülümsedi, elini çocuğun başına koydu.
“Evladım,” dedi, “Eskiden insanların elinde ne varsa devlet toplardı; ama bil ki, en kıymetli emvali zahire, kalbinde sakladığın iyiliktir.”
Fatma ekledi:
“Ve o iyilik, bir gün herkesi doyurur.”
Bugüne Gelen Yankı
Şimdi düşünün sevgili forumdaşlar, biz modern çağın çocuklarıyız ama hâlâ aynı ikilemleri yaşamıyor muyuz?
Bir yanda akıl, strateji, planlar — Mehmet’in dünyası…
Diğer yanda empati, duygu, paylaşım — Fatma’nın kalbi…
Birine fazla kaptırsak ya vicdanımızı ya geleceğimizi kaybediyoruz.
Oysa “emvali zahire” sadece buğday değildi; bir toplumun birbirine olan güveniydi. Bir insanın diğerine “Ben sendenim” diyebilmesiydi.
Belki bugün savaş yok, ama aç kalmış kalpler var. Belki devlet değil, ama zaman bizden fedakârlık istiyor. “Benim zamanım, benim ekmeğim, benim konforum,” derken, belki birinin ihtiyacını görmezden geliyoruz.
Mehmet’in planı olmasa hayat dururdu; Fatma’nın şefkati olmasa insanlık ölürdü.
Bir Forumdaşın Kalbinden
Bu hikâyeyi yazarken düşündüm; hepimizin içinde bir Mehmet var, hesap yapan, çözüm arayan…
Ama bir Fatma da var, kalbiyle düşünen, paylaşmaktan korkmayan.
Belki de insan olmanın sırrı, bu ikisini dengeleyebilmekte saklı.
O yüzden, sizden de duymak isterim sevgili dostlar.
Sizce bugün “emvali zahire” nedir?
İnsan, kalbinde neyi saklamalı, neyi paylaşmalı?
Belki birinizin hikâyesi Mehmet’inki gibi stratejik, belki Fatma’nınki gibi duygusal.
Ama unutmayın; hikâyeler paylaştıkça çoğalır.
Yorumlarınızı bekliyorum…
Birlikte konuşalım, birlikte hatırlayalım o kelimelerin altındaki insanlığı.
Son Söz
“Emvali zahire” artık bir tarih terimi gibi görünse de, aslında bugünün kalplerinde yaşıyor.
Çünkü her dönemde birileri elindekini paylaşmakla paylaşmamak arasında kalıyor.
Ve her dönemde, birileri vicdanıyla tarih yazıyor.
Tıpkı Mehmet ile Fatma gibi…
Tıpkı hepimiz gibi.
Selam sevgili forumdaşlar,
Bu gece kahvemi alıp bilgisayarın karşısına oturdum. Pencerenin ardında yağmur taneleri cama vururken, içimde garip bir his belirdi. Belki de uzun zamandır dillendirmediğim bir kelime, bir anı, bir koku getirdi beni buraya. "Emvali zahire" dedemden duyardım çocukken… Kulağa eski, hatta unutulmuş bir kelime gibi gelir ama, içinde koca bir hayat saklıdır. Bugün sizlerle o kelimenin ardına gizlenmiş bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum.
Bir Köyde Başlayan Hikâye
Yıl 1944. Küçük bir Anadolu köyünde, dağların arasında sıkışmış bir yaşam. Savaşın gölgesi her eve düşmüş, tarlalardan çok yürekler kurumuş. İnsanların en değerli varlıkları artık sadece malları değil; un torbaları, buğday çuvalları, birkaç litre yağ… İşte o günlerde, “emvali zahire” denirdi bunlara — yani bir nevi halkın elindeki zahire, gıda ve mal stokları.
Bu hikâyenin kahramanı Mehmet, genç yaşına rağmen köyün en stratejik düşünen adamıydı. Babasından kalan tarlayı ayakta tutmak, ailesini doyurmak için gecesini gündüzüne katardı. Hesap kitap bilirdi, planlıydı, çözüm odaklıydı. Köyde herkes derdi ki:
“Mehmet’in aklına güven, o her çıkmazdan bir yol bulur.”
Ama aynı köyde, Fatma adında bir genç kadın vardı. Mehmet’le aynı yaştaydı ama dünyaya bakışı bambaşkaydı. O, insanları rakamlarla değil, kalpleriyle okurdu. Mehmet, “Buğdayı nereye saklayalım?” diye düşünürken Fatma, “Komşumuzun çocuğu aç, önce oraya götürelim,” derdi.
Bir Çuval Buğday, İki Farklı Kalp
Bir gün devlet görevlileri köye geldi. “Emvali zahire” toplamak için. Yani köylülerin elindeki gıda maddeleri devlet adına alınacak, orduya gönderilecekti. Herkesin yüreğine bir korku düştü. Çünkü o günlerde bir çuval buğday, bir ailenin kışı geçirmesi demekti.
Mehmet hesap yaptı:
“Eğer üç çuval verirsem, kalanla zor geçiniriz ama en azından borçlu olmayız.”
Fatma ise bambaşka düşünüyordu.
“Mehmet,” dedi, “Belki de bir çuvalı saklamalıyız, komşunun çocuğu günlerdir aç. İnsan tokken devletine daha iyi hizmet eder.”
İki farklı dünya, iki farklı akıl. Mehmet’in çözüm odaklılığı, Fatma’nın empatisiyle çarpıştı. O gece uzun uzun tartıştılar, sonra sessizce bir karara vardılar. İkisi de haklıydı, ama haklılık yetmiyordu; vicdan ağır basmalıydı.
Ertesi sabah Mehmet üç çuvalı teslim etti, bir çuvalı da gizlice Fatma’nın dediği gibi komşuya götürdü. Yolda yüzü soğuktu ama gözlerinde huzur vardı. Çünkü bir yandan görevini yapmış, diğer yandan insanlığını kaybetmemişti.
Savaş Biter, Kalpler Kalır
Aylar geçti, savaş bitti. Köy yeniden nefes almaya başladı. Mehmet’in hesap defterleri, Fatma’nın dualarıyla aynı evde buluştu. İki yürek birbirini tamamlamıştı. Zamanla köyde herkes onların hikâyesini konuşur oldu.
Bir gün köyün çocuklarından biri sordu:
“Amca, emvali zahire ne demek?”
Mehmet gülümsedi, elini çocuğun başına koydu.
“Evladım,” dedi, “Eskiden insanların elinde ne varsa devlet toplardı; ama bil ki, en kıymetli emvali zahire, kalbinde sakladığın iyiliktir.”
Fatma ekledi:
“Ve o iyilik, bir gün herkesi doyurur.”
Bugüne Gelen Yankı
Şimdi düşünün sevgili forumdaşlar, biz modern çağın çocuklarıyız ama hâlâ aynı ikilemleri yaşamıyor muyuz?
Bir yanda akıl, strateji, planlar — Mehmet’in dünyası…
Diğer yanda empati, duygu, paylaşım — Fatma’nın kalbi…
Birine fazla kaptırsak ya vicdanımızı ya geleceğimizi kaybediyoruz.
Oysa “emvali zahire” sadece buğday değildi; bir toplumun birbirine olan güveniydi. Bir insanın diğerine “Ben sendenim” diyebilmesiydi.
Belki bugün savaş yok, ama aç kalmış kalpler var. Belki devlet değil, ama zaman bizden fedakârlık istiyor. “Benim zamanım, benim ekmeğim, benim konforum,” derken, belki birinin ihtiyacını görmezden geliyoruz.
Mehmet’in planı olmasa hayat dururdu; Fatma’nın şefkati olmasa insanlık ölürdü.
Bir Forumdaşın Kalbinden
Bu hikâyeyi yazarken düşündüm; hepimizin içinde bir Mehmet var, hesap yapan, çözüm arayan…
Ama bir Fatma da var, kalbiyle düşünen, paylaşmaktan korkmayan.
Belki de insan olmanın sırrı, bu ikisini dengeleyebilmekte saklı.
O yüzden, sizden de duymak isterim sevgili dostlar.
Sizce bugün “emvali zahire” nedir?
İnsan, kalbinde neyi saklamalı, neyi paylaşmalı?
Belki birinizin hikâyesi Mehmet’inki gibi stratejik, belki Fatma’nınki gibi duygusal.
Ama unutmayın; hikâyeler paylaştıkça çoğalır.
Yorumlarınızı bekliyorum…
Birlikte konuşalım, birlikte hatırlayalım o kelimelerin altındaki insanlığı.
Son Söz
“Emvali zahire” artık bir tarih terimi gibi görünse de, aslında bugünün kalplerinde yaşıyor.
Çünkü her dönemde birileri elindekini paylaşmakla paylaşmamak arasında kalıyor.
Ve her dönemde, birileri vicdanıyla tarih yazıyor.
Tıpkı Mehmet ile Fatma gibi…
Tıpkı hepimiz gibi.